Birden bire fark ettim ki, yaşadığım ülkede gerçek hayatımızı yöneten en önemli kelime: “HELE!”. “Haydi” ise tam anlamıyla kapının paspası. Bas üzerine geç! Ben de öyle yaptım şimdilik.

İsterseniz başlamak için, o “birden bire” anına gidelim. Geçtiğimiz pazar, ülkemiz bir seçimi daha geride bırakıyordu. 29 Mayıs Pazartesi sabahına kadar, zengin fakir herkes neredeyse son bir yılı “hele seçimler bir geçsin!” diyerek geçiştirmişti.  Gece yarısına doğru, kendi kendime, “haydi seçimler geçsin de günlük hayata dönelim tekrar!” demeyi bırakıp, “hele seçimler bir geçsin furyası bitti nihayet!” diye uyumaya giderken, birkaç ay sonra yapılacak yerel seçimler de konuşulmaya başlanmıştı. Üstelik elde daha “hele bir kabine belli olsunlar”, “hele bürokrasi atamalarını görelimler” de vardı.

2009 yılında Anturia’yı kurduğumdan beri işi konuşmak, işe başlamak, işi yürütmek, işi bitirmek ve işin parasını almak için hep bir HELE ile karşı karşıyaydım. Bunlardan periyodik olanının adı ise ‘Seçim’di. Herkes işine sarılmak için, seçimlere en uzak yılları seçiyordu. Bu ise genelde iki seçim arasında tam ortaya gelen 1 yıldı. Hele bir de bina, yol, seyir terası gibi gözle görülen şeyler değilse sunduğunuz hizmetler, “hele şimdilik dursun, bütçeyi buna harcamayalım” denilirdi. 

Yalnızca seçimlere dair değil bu durum. HELE Tanrısına kurban olarak adanan hayatımızın, antik çağdaki gibi kendine özgü sunakları vardır. “Yaz”, bunlardan süresi en uzun olanıdır. Etkisi Mayıs ayında görülmeye başlar. Geri sayımın yarattığı panik ortamı, merkezden dışa doğru bütün tedarik zincirini etkiler. Yıllık izine giden personelin yola çıkışına kadar başımızdan geçenler, geri dönüşleriyle de bitmez muhtemelen. Tatile erken gidenlerin yaz ortasında yeniden pili tükenmiştir. Dönenler yeniden ofiste olmanın nasıl bir işkence olduğunu anlatır haldedir. Patronlar da ekrana bakarken ha bire, “hele bakın izinden dönmüş mü?” diye sormaktan, koca yazı kaygı bozukluğuna kurban etmiştir.  

O zaman ne diyoruz? “Hele sonbahar gelsin!”

Sonbahar gelir, ama mutlaka okullar da açılır o dönemde. Hele’si en bereketli kısmıdır hayatımızın. Tam birinci sınavlar başlar, devlet memurunun yılsonu helesi başlar. Devlete iş yapıyorsanız, hipodromda yarışan jokeye son düzlükte ense tıraşı yapan berber gibisinizdir. Fotofinişe yaklaşırken enseyi kusursuz makaslayıp, pudrayı da asla tozutmayacaksın.  Harmanda saçları iyice uzayan çocuğun saçını makasla kırkmak zorunda kalırsın ve yaptığın işin arızaları, bembeyaz ensede çizgi çizgi gösterir kendini. Akşam mesainin bitmesine on dakika kala arayıp, “gönderdiğim dosyaya bir bakıp düzeltmeleri sabaha kadar yapın hele!” derler. Çünkü yıl bitmek üzeredir ve Hades’in kapısı kapandı mı bir daha geri dönemezsiniz yeryüzüne. Mali yıl bitti mi, öbür tarafta vergi dairesi bekler ve sırıtır: - “Hele gel otur şuraya, ne var elinde bakalım?”

Anlayacağınız, yıl biter, sömestre gelir. O biter bu sefer kış bitmez, hele yollar açılsın, hele yıla yeni başladık. Yaz gelmeden kışın helesi bitmez. Bunların hepsi takvime dayalı helelerdir. Daha çocuğun düğünü helesi, akademik takvim helesi, bayram helesi var. 

Başka başka heleleri HELE LAND yazılarımda takip edebilirsiniz. Hatta kendi helelerinizi benimle de paylaşabilirsiniz. Hayatımızı gün gün eriten, soğanın cücüğü kadar çalışacak, kazanacak, gelişecek, mutlu gün bırakmayan helelerin karşısında benimle yer almak isterseniz, hepinizi HELE LAND’de bekliyorum.

Ben de hayatımın akışında etkili olan heleleri yazmaya, kimi zaman da sündürmeye çalışacağım.

Hele söyleyin bakalım, sizlerin heleler nasıl şeyler?