Doğa Sevgimizle Etik Yüzleşme
ÇAM AĞACINI KİM ÖLDÜRDÜ?
“Doğa sevgimiz doğal hayatı giderek daha büyüyen bir etik soruna sürüklemekte. Sevginin giderek şiddet unsuru içermeye başladığı çok açık. Bilgisizce sevgi doğaya sanayi devriminden daha büyük bir yara açmaya başladı. Biliyoruz ki binlerce bahane bulmaya hazırız, sevgimiz içine işlenemeyen bir kabuk oluşturmuş ve bu halimiz bilgiyi reddeder duruma gelmiş. Sevginin şiddeti, insan egosunun yarattığı insansı varlıklar, gerçek doğal hayat, eğitimin kötü hali, çevreci eyyamcılık derken hiç de memnun kalmayacağımız bir söylemle karşı karşıyayız. Üstelik uzunca bir süredir doğa adına çabaladığımızı düşünürken, geçmiş bütün cümlelerimizi terk etmek zorundayız.”
Bilgiyi ve bilimi reddetme davranışının hızını artırdığı günlerde bu tanıtım yazısıyla TED Üniversitesinde aralarında kimisi mezun olan eski öğrencilerimin de olduğu dopdolu bir salonda doğa sevgimizi yargılamıştık. Üzerinden geçen üç sene içerisinde, o salonda bulunan birçok öğrenciyle yüz yüze tanışma fırsatı buldum. Hatta bazıları yüksek lisans derslerimi de aldı ve pandemi sırasında ekranlarımızdan getirdik o gün birlikte yaşadığımız bir saatin cümlelerinin devamını.
Sevgimizle yüzleşmek çok kolaydı. Arkasında o kadar çok delil bırakıyordu ki. Sokakta, ormanda, bir göl kıyısında…
Etik doktorası yaparken, karşıma çıkan makalelerin birçoğunda hayvan hakları savunucuları ile çevre eylemcileri ile etikçilerin nasıl karşı karşıya geldiklerini anlatan, hatta nasıl asla bir araya gelemeyeceklerini açık seçik ifade eden başlıklara rastladım. Çevre Etiği Okulu programımı hayata geçirip, 2018’de de Kütahya’nın Çavdarhisar İlçesindeki Aizanoi antik kentinde Arkeoloji ve Sosyal Çevre Etiği Okulunu kurunca, binlerce öğrenciden sayısız hikâye dinledim.
Çavdarhisar’daki bahçede geçen beş yıl ve onca mevsimin her dakikası ayrı bir deneyim oldu. Bana değil, bilime inanın ki hiçbiri yaban hayatının parçası olmayanlar, bahçe duvarının dışındaki yaşlı elma ağacında yaşayan sincap ailesinin, Romalı adı Penkalas olan şimdiki Koca Çayın kenarında yaşayan sansar ailesinin ve yine duvarımızın hemen dibinde yaşayan tilkilerin kanıyla o güzelim kış manzaramız kırmızıya ve sessiz bir acıya boyandı. Üstelik gerçekten bu asla doğanın dengesi falan değildi. İnanın orantısız, sorumsuz sevgisi, tüm hırçınlığıyla, kimsenin görmediklerini yok ediyordu. İnsan kendi eliyle yapamadığını, gözü dönmüş sevgisiyle diğer canlılara yaptırıyordu.
Milyonlarca yılda yangına karşı yenilenme gücünü, yine yangınlardan almış, akıllı kozalaklarıyla yaptığı tahlilleri, en uygun yılda çimlenmeye karar vermek için kullanmış kızılçamlar, yandığı için hor görülmüş, yerine insana fayda sağlıyor diye zeytin ağaçları dikilsin denmiş. Ne suçu vardı zeytinlerin kızılçamlarla düşman ilan etti insan durup dururken?
Ödev ve sorumluluk ayrımını yapamadığımız için dağdaki yaban hayatını gübreli, genetiği değişmiş arpayla, samanla hatta kasaplık etle beslemeyi marifet saymaya başladık. Zayıf olanın elenmesi, güçlü olanın üreyip çoğalması ve türünü devam ettirmesi yerine hepsini evcilleştirmeyi popülizm adına başarı gibi gösterdik.
Yıllar önce sıkça okuduğumuz haberlerden bir başlık: “Yanlış kalp masajı yapılan kazazede, öldü!”
Sevdiğim ve inandığım bir sözüm var, sıkça kullanırım: “Tanımak erdemdir!”