Sürdürülebilirlik, son zamanlarda tıpkı ekosistem gibi her konuyu anlatmak için seçilen ortalama yirmi civarındaki kelimeden biri olarak günlük hayatımızda sıkça yer alıyor. 1972 yılında OECD ülkelerince alınan “kirleten öder” kararı, bugün de hala üzerinde durulan ve kısman uygulanan yaptırımlar olarak hayatımızda yer almaya devam ediyor. Hikâyenin, yarım yüzyılı aşan bu son diliminde, gönüllülük ya da yeşil yıkama promosyonlarının neredeyse tamamı, kullanım süresini tamamlamış durumda.

Mühendislik eğitimimin ortalarında elime geçen, 1987 tarihli ve Brundtlant Raporu adıyla da anılan Ortak Geleceğimiz adlı metin, içerisinde tüm dünyanın söylemlerini barındırıyordu. Eğitime ya da toplumsal katılıma hiçbir etkisi olmayacağını gördüğüm etkinliklerin ve konuşmaların karşısındaki muhalif duruşumu, birçok yönüyle destekliyordu. 1991 yılında Türkçe olarak basıldıktan kısa bir süre sonra okuma şansım olmuştu. Geçtiğimiz aydan beri de baştan sona tekrar okuyorum. Burada paylaşmak üzere bir karşılaştırma yazısı da hazırlıyorum şu sıralar.

Yeni bir bakış açısı geliştirmeye çalıştığım 2022 yılı ortalarında, başta üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve kamu kurumlarındaki faaliyetlerdeki ezbere gidişatın sonu gelmeyecek diye düşünmeye başlamıştım. Üstelik kurumsal şirketler düzeyinde de hızla tüketilmeye başlandığını, etki değeri olmayan, hazırda piyasada bulunan her yere ağaç dikelim, evcil, yaban ne varsa elimizle besleyelim, tek kullanımlık ambalajları bırakalım, askıda yemek verip açlığa çözüm bulalım, tohum topları saçalım gibi arkası görülmeden yapılan kampanyalara dönüşen çılgınlığın sonu da gelecek gibi durmuyordu. “Yeşil iyi satıyor” tanımı da aslında tamamen ticari kaygıların varlığına dayalı hareketi temsil ediyordu. Nedense ödev ve sorumluluk ayrımı da tamamen kenara bırakılmıştı.

İşte tam bu sırada Avrupa Birliği, yaz aylarının başında bir direktif yayınladı. Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun 1987’deki “Ekonomik araçların daha etkin kullanımı” öğüdüne, bir çeyrek asır sonra en güçlü desteklerden birini verdi aslında. Bu eleştiri, Platon’un Mağara Alegorisi kadar etkili bir söylemdi aslında.  Kısaca, “gölgeyi değil elindeki meşaleyi göster bana artık!” diyordu.

Müjdeli konuya gelince, “2024 yılında Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi geçerli olmaya başlıyor!”. Yıllardır, “daha zamanı var!” diyen şirketlere, o gün geldiğinde elinizde olanla yetineceksiniz ve yeni bir şey kazanmak için çok geç olacak diyoruz.

Şöyle ki, 2022, büyük şirketlerin sürdürülebilirlik raporları açısından alarm düzeyinde kritik bir yıl. 2023 ise çifte dönemlilik prensibi açısından 2022 ile yarışıyor olacak. Gelişimin bir önceki yılla arasındaki karşılaştırılması sonucunda, ticaretin önünün ne kadar açık olacağı görülecek.

Özetle, artık okullarda bile çoktan geride kalmış etkinliklerin sürdürülebilirlik raporunda yer alması, eylemlerin etkisinin ölçülemiyor olması, elimizdeki oyuncakların süresinin çoktan dolduğunu gösteriyor.

Yeni nesil ticaretin ya da belki de yeni dünya savaşının gerekçesinin “gezegeni kurtarmak” olduğu bir zamanda, taşla sopayla sürdürülebilir asayişi sağlayamayacağımız, bir kez daha apaçık ortada.

Sürdürülebilir rekabet, kapıyı çoktan çaldı! Şimdi oyuncaklarınızı usulca yere bırakın ve güçlü adımlar atın!